Bu sayfada

dakika saniye misafirim oldunuz .....
Yalnızlığı, ağlamayı bilir misin?. Bilir misin yalnızlık ne demek?. farkında olmadan?. Uykusuz kalmayı bilir misin sabaha kadar?. Hiç küstün mü hayata?. Aslında kendindir küstüğün küçüğüm?. Kapatıp gözünü hayaller kurduğun oldu mu geleceğe dair?.



   
  •·.·´¯`·.·•SusKun•·.·´¯`·.·•KaLbim hép hayLaz kaLacak üzgünüm hayat ßén " ßüyüméyéceğim "
  DİNİ YAZILARIM==>>
 


Beşeriyetin ıslahı için Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş ilahi bir din, tebliğcisi olan Peygamberin doğum yıl dönümünün bu şekilde kutlanmasına müsaade eder mi? İçkili, kumarlı ve insanı küçük düşüren zevklerin terennüm edildiği kutlama törenleri, İlahi bir dinin esaslarıyla bağdaşabilir mi?

Biz müslümanlar da Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin doğum yıldönümünü kutluyoruz. Amma mübarek bir gece olarak, Mevlid Kandili olarak...
Bu yüzden aslında yılbaşı ve noel’in hıristiyanlıkla da Hz. İsa (A.S.) ile de hiçbir alakası yoktur.


Eğer olsa idi; yılbaşı gecelerinde kiliselerde ayinler yapılır, bu gece bir çılgınlık havası içinde değil, bir takdis havası içinde kutlanırdı. Ama gerek yurtiçinde, gerekse yurt dışında bulunan kiliselere bakıldığında bu gecenin zulmete bürünmüş ve içlerinden en küçük bir hareketin olmadığı görülecektir. Hz. İsa (A.S.) ile bu gecenin sefahatının, israfının ve çılgınlığının ne alakası olabilir ?


Hz. İsa (A.S.)ı biz de severiz. O’nun ve diğer bütün Peygamberlerin peygamberliğine inanmak İslâmiyetin iman esaslarından birisidir. Çünkü, İslâm akidesine göre: “...Allah’ın Peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız...”
(Bak. Bakara Sûresi: 285, 136) Ancak, bir Peygambere saygı,
O’nun doğum yıl dönümüne hürmet de Allah Teâlâ’nın emirleri ve dinî ölçüler içinde olmalıdır.
Dinimizde ise;

noel ve yılbaşı kutlamalarının yeri yoktur. Bu yılbaşının biz Müslümanlar için, resmî ve milletlerarası bir takvim başlangıcı olmak ilgi ve alâkasından başka hiçbir kıymet ve değeri asla yoktur.
Biz müslümanlar için Muharrem ayının birinci gecesi: Yılbaşı gecesidir. İslâm’da yeni yıl, Muharrem ayının birinci günü ile başlar. Fakat, maalesef müslümanların büyük bir kısmının haberi bile olmaz. Bu bakımdan toplumumuzda ve diğer müslüman toplumlarda
“yılbaşı kutlaması” adı altında düzenlenen eğlence toplantıları ise, hiçbir kültürel ve geleneksel temele sahip değildir.


Bu bakımdan hırıstiyan olmayan ülkelerde yılbaşı kutlamaları, Batı’nın körü körüne taklit edilmesinin veya hıristiyan Batı’nın kültür ihracının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet de buradan kaynaklanır. Hz. Peygamber (S.A.V.)in müslümanlara; diğer dinî topluluklara göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzumesi kazandırmak için gayret ettiği,
bu uğurda saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme âdabı da dahil pek çok konuda tavsiyede bulunduğu düşünülürse
, yılbaşı kutlamalarının, sıradan bir kutlama olarak kabul edilmesi ve tabiî karşılanması mümkün olamaz. Aksine, yılbaşı kutlaması, noel ağacı süslemesi, noel babanın hediye bırakması gibi âdetler toplumumuzda kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yol açmakta, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden koparıp Batı’nın hayat tarzına alıştırmakta, sonra da onların değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götürebilmektedir.

Böyle olunca, müslüman toplumların bu tür âdetler yerine kendi kültür ve değerlerinden kaynaklanan alternatif program ve faaliyetler geliştirmesi ve yaşatması ayrı bir önem kazanmıştır. Milli örf ve adetler Günümüzde toplumların kültürel değerlerini, hatta itikadî ve ahlâkî eğilimlerini; sahip oldukları hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım imkânı, iklim ve çevre, eğitim, folklor, örf ve âdet gibi ilk bakışta konuyla ilgisiz gözüken birçok husus derinden etkilemekte ve sonuçta mekanizma kendi değerlerini üretmektedir.

Avrupa’daki Müslüman-Türk işçilerimizin çocukları ve torunlarının bugün Batı’nın kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği ve giderek o toplumla bütünleşmeye başladığı iyi izlenirse toplumumuza yabancı kültürlerden taşınan veya yabancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve âdetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılır. Bunun için alınabilecek bir önlem de: Kendi kültürel mirasımızdan ve dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve âdetleri iyileştirerek yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olabilir. Hiç şüphe yok ki milletler, millî örf ve adetleriyle tanınırlar ve onlarla yaşarlar.


Millî örf ve adetleriyle tarih sinesindeki şerefli mevkilerini korurlar. Çünkü, millî örf ve adetler, bir milletin millî kültürünün ve dinî inancının aynasıdır. Millî örf ve adetler, bir milletin şahsiyeti ve tanıtıcı vasfıdır. Sağlam millî örf ve adetlere sahip milletler, dinî bağları kuvvetli ve millî kültürü yüksek olan milletlerdir. Milletlerin örf ve adetlerine, millî kültürleri ve dinî inançları güç verir ve şekil kazandırır. Hatta dinden de kuvvetli olur.

Bu sebeple hiçbir müslüman milli kültüründe olmayan, dinî akidesine ters düşen özentilere hayatında yer vermez. Çünkü, o bilir ki, Rabbi kendisinden olmayanlara özenmeyi ve onlar gibi sefih hayat yaşamayı yasaklamıştır. Dinimiz; kâfirlere, münafıklara, batıl din ve ideoloji mensuplarına muhalefet etmeyi emretmiş ve onlara benzemeyi kesin bir şekilde haram kılmıştır. Çünkü dış görünüş itibarıyla onlara benzemek, neticede ahlakî değerlerde, kötü ve çirkin işlerde ve hatta inançta onlara benzemeye sebep olur. Gerçekten giyimde, sözde, davranışta ve işlerdeki benzeşmeler kalplere tesir ederek onlara karşı sevgi ve saygı meydana getirir.


Kısacası gayrimüslimlere benzemenin haram olduğunda icma vardır. (İskilipli Mehmet Atıf, Frenk Mukallitliği ve Şapka, 4) İslâm dininin inanç, ahlâk, ibadet ve muamelât alanında getirdiği hükümler, öngördüğü kural ve tavsiyeler müslümanlarca öteden beri bir bütün olarak kabul edilmekte, günlük ve sosyal hayatla ilgili şekil ve muhteva bile çoğu defa bu bütünün bir parçası olarak mütalaa edilmektedir. Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin ve risâleti boyunca Hz, Peygamber (S.A.V.)in sıkça üzerinde durduğu konulardan birisi de, müslümanların fert ve toplum olarak belli bir kimlik kazanmaları, kendi şahsiyetlerini korumaları ve kendilerine güven duymaları olmuştur.

Çünkü bu, müslümanların bütünleşmesi, belli bir siyasal organizasyona gidip devlet kurması ve millet olması kadar, kendi inanç ve ibadetlerini, değer ve özelliklerini korumaları açısından da önemlidir. Bu itibarla Kur’ân-ı Kerîm, müslümanlara ısrarla birlik ve bütünlük içinde olmalarını, müşrik ve gayri müslimleri dost edinmemelerini, onlarla gayri İslâmi bir kültürün etkisi altında kalmayı kaçınılmaz kılacak şekilde sıkı bir ilişkiye girmemelerini emretmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:


“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost ve idareci edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). Sizden kim onları dost ve idareci edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez, onları hidayete erdirmez.” (Mâide suresi 51)


“Yahudiler de hıristiyanlar da; sen onların dinlerine uymadıkça asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Allah’ın yolu, doğru yolun tâ kendisidir. Yemin olsun ki, sana ilim geldikten sonra, eğer sen onların arzularına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost ve ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara Sûresi: 120)

 


Resulullah (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) şöyle buyuruyor:

“Mümin namaza başladığında, Allah Teala, namazı bitirinceye kadar lütuf ve merhamet ile ona bakar ve o ilahi merhamet gölgesinde yer alır; onun etrafını göğün ufuklarına kadar melekler sarar ve Yüce Allah bir meleği onun baş ucunda durup şöyle demekle görevlendirir: Ey namaz kılan! Eğer kimin sana baktığını ve kiminle raz-u niyaz ettiğini bilseydin, asla bu yerinden ayrılmazdın ve başka bir şeye ilgi göstermezdin."

Başka bir hadiste de şöyle yer almıştır:

“Eğer namaz kılan Allah’ın azamet ve yüceliğinin ne derecede onu sardığını bilseydi, başını secdeden kaldırmak istemezdi.”

Sekizinci İmamımız Rıza (a.s)namazın farz oluş hikmetini açıklarken şöyle buyurmuştur:

“Namaz, kulun kendi Mevla ve yaratıcısını unutmayarak kendi haddini aşmaması için gece-gündüz Allah Teala’yı anmasını sağlar. Allah’ı hatırlamak ve O’nun huzurunda ibadet için kalkmak, insanin günaha düşmesine engel olur ve onu çeşitli fesatlara düşmekten kurtarır.”

Yine Resulullah (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) namaz hakkında soran birisine şöyle buyurmuştur:

“Namaz dinin hükümlerindendir; Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak vesilesi ve peygamberlerin apaçık yollarındandır. Namaz kılan, melekler tarafından sevilir. Namaz; hidayet, iman, marifet ve rızkının bol olmasına vücudunun sıhhatine vesiledir. Namaz, şeytanı üzer ve kafirlere karşı da bir silahtır.
 Namaz, duanın icabet olmasına ve diğer amellerin kabul olmasına vesile olur; namaz müminin ahireti için bir azık, ölüm meleğine karşı şefaatçi, kabirde yoldaşı ve sergisi, nekir ve münkerin kabirdeki sorularına karşı cevabı, kıyamet günü namaz kılanın tacı, yüzünün nuru ve elbisesi, ateşe karşı korunağı Yüce Rabbine karşı delili ve bedeninin ateşte yanmaktan koruyucusu, sırattan geçiş izni, hurilerin mihri ve ebedi cennetin karşılığıdır.
Kul, namaz ile yüce makamlara ulaşır; çünkü namaz, Allah’ı her eksiklikten tenzih etmek, O’nun tekliğine şahadet getirmek, O’na hamd etmek, tekbir getirmek O’nu övgüyle anmak, takdis etmek, zikir ve dua etmektir.

Namaz, Yüce Allah’a karşı şükür etmektir. Allah’ın bize verdiği nimetleri saymak mümkün değildir; bu nimetler karşısında namaz küçük bir teşekkür mesabesindedir.

Dördüncü Masum İmam Zeyn’ul Abidin (a.s)şöyle naklediyor:

Büyükbabam Resulullah (s.a.a), çok ibadet eder ve namaz kılardı; namaz için ayakta durmaktan ayakları şişmişti. Kendisine, “Senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını Allah Teala, bağışlamış olmasına rağmen neden bu kadar kendini zorluğa düşürüyorsun?” denince, Resulullah, “Acaba ben şükür eden bir kul olmayayım mı?” diye cevap verdi.

Allah ibadet ve kulluğa layıktır. Hz. Ali (a.s)kendi duasında şöyle diyor:

“Allah’ım ben sana cehennemin azabının korkusundan veya cennete olan özentiden ibadet etmiyorum. Seni kulluk edilemeye ve ibadet olunmaya layık bulmuşum; sana ibadetim bu yüzdendir.

Namaz kılmak erginlik çağına ulaşan akıl sahibi her insana, tüm şartlarda farzdır. Hatta savaş meydanında savaş halindeki bir kimsenin veya suda boğulmakta olan bir insanın bile namazı belirlenen kısa şekilde yerine getirmesi gerekir.

Namazın dindeki manevi önemi yüzünden din önderleri namazı dinin direği olarak nitelendirmiş ve bilerek namaz kılmayanın, dinini tahrip ettiğini açıklamışlardır.

İmam Cafer Sadık (a.s)’dan Yüce Allah’a en güzel yakınlaşmak vesilesi nedir diye sorulunca “Allah’ı tanımaktan sonra Allah’a yakın olmak için namazdan daha önemli bir şey olduğunu bilmiyorum” demiştir.

Yine buyurmuşlar ki:

“Hesap anında her şeyden önce, kul namaz yönünden hesaba çekilecek; eğer namazı kabul olursa, diğer amalleri de kabul olur; eğer namazı reddedilirse, diğer amelleri de reddedilir.”

İmam Cafer Sadık (a.s) vefat zamanı yaklaşınca tüm akraba ve yakınlarını çağırarak onlara şöyle demiştir:

“Bizim şefaatimiz, namaza önem vermeyen kimseye ulaşmaz.”


Bazı ayetlerde namazı hakkınca kılanlardan manevi ticaretlerinde asla zarara uğramayanlar olarak söz edilmiş. Ve bir ayette de müminlerin, sadece namaz kılan zekat veren ve ahirete yakinleri olan kimseler oldukları açıklanmıştır.

Taif Şehrinin halkı İslam’a girmeleri için bazı koşullar öne sürmüş ve bu koşullar arasında namazın kendilerine farz olmaması talebinde bulunmuşlardı; Peygamber onlara verdiği cevapta: “Ama namaz ile ilgili koşulunuza gelince, namazsız bir dinin hayrı yoktur” diye buyurmuştur.

Namazı terk etmek büyük bir günahtır ve insanın dini yönden tamamen düşüşüne ve cehennem azabına duçar olmasına sebep olur.

Allah Teala, Kuran-ı Kerim’de buyuruyor ki, Ahirette bazı suçlulara şöyle sorarlar:

“Sizi cehenneme düşüren nedir? Onlar şöyle derler: ‘Biz namaz kılanlardan değildik...”

Allah yazıları hareketli besmele dini resimler la ilahe illAllah gifleri dini şekilli avatarlar

 


Her Müslüman’ın Allah’a karşı olan vazifelerinde, hangi ibadeti nasıl yapabileceğine yönelik ilmi öğrenmeye çalışması farzdır. Bu ilmin insanı Allah’a yaklaştırıcı olması gerekmektedir. Bu itibarla insanı Allah’tan uzaklaştıran ilim fayda değil zarar getirir.

“Allah’ım fayda getirmeyen ilimden... Sana sığınırım.” hadisinden anlaşılması gereken de budur.
Bir hadiste konu çok daha net bir şekilde açılıyor:
“Ya âlim ol ya da ilim öğrenmenin yolunda bulun veya ilmi dinlemeye râm ol, yâhut da bunları seven ol, sakın beşincisi olma, aksi takdirde helâk olursun.”

Bu arada, “Kimin ilmi artar da zühdü artmazsa, onun sadece Allah’tan uzaklaşması artmış demektir.” hadisi de bize ilim–takvâ dengesini ikaz ediyor.
 Eğer ilim, insanı Allah’a ibadetten alıkoyarsa, bu şeyler nafile ibadetler bile olsa o ilim bereket getirmez.
Zira her öğrenilen şey ilim değil, insanın ayağının kayması için birer vesile de olabilir.
Kişi eğer nelerin ilim olup olmadığını öğrenmek isterse, öğrendiklerinin kendindeki etkilerine bakarak karar verebilir.

İmam Malik (ra) gerçek ilmin kalplerde huzur meydana getirecek bir özelliği olduğunu şöyle ifade etmiştir:
 “İlim, her öğrenilen şeyin başkalarına aktarılması ve bolca rivayet edilmesi değil; o, Allah’ın kalblere koyduğu bir nurdur.
” Aklın ve ilmin değerini bir koz gibi kullanıp dinî değerleri bunlara feda eden bir anlayış ne kadar yanlışsa, müspet ilimlere uzak durup fayda getirmeyeceğini iddia etmek de o kadar yanlıştır.

İlim; insanı gerçek değerlerine yükselttiği ve mutluluğa götürdüğü ölçüde faydalıdır. Kısaca, “Dinsiz ilim kör, ilimsiz din de topaldır.”

Müslüman’a teşvik edilen sadece "bilmek" değil uygulamaktır Öğrenilen bilgi uygulanmazsa anlamı kalmıyor. Zaten bildiğiyle amel etmeyenler hakkında Cuma Sûresi 5. ayette ‘kitap yüklü merkepler’ tabiri kullanılıyor. Bu tanıma muhatap olmamak gerekiyor.

Kişi bildiğinin azıyla amel etmeye başlarsa Allah’ın izniyle diğer bildiklerini de yaşamaya başlar ve ilmiyle âmil olan kişilerden olur. Aynı şekilde eğer bazı yaptığı işlerde ihlaslı davranırsa diğer yaptığı işlerde de ihlaslı olmayı Allah ona nasip edecektir.

İmam-ı A’zam’a sormuşlar: ‘Bu ilmi nasıl elde ettin?’ Cevap vermiş: “Eşekler gibi sabır göstererek, köpekler gibi ilim adamlarına yaltaklanarak, kediler gibi tevazu göstererek, kargalar gibi sabaha kadar ilim yolunda seherleyerek...”

İmam Şâfiî: “Hocam Vekî’ye hâfızamın zayıflığı hususunu şikâyette bulundum. Bana günahları terk etmem hususunda irşadda bulundu. Ve bana dedi ki: “Bu ilim nurdur. Allah’ın nuru da Allah’a isyan eden günahkârlara ulaşmaz!”

Peygamber Efendimiz (sas) bir hadis-i şeriflerinden şöyle buyuruyor: “İnsanlar helak oldu, içlerinden ancak alimler kurtulabildi. Alimler de helak oldu; ancak içlerinden ilmi ile amel eden kimseler kurtuldu. Ve ilmiyle amel edenler de helak oldu; ancak onların içlerinden de sadece amelini ihlasla yapanlar kurtulabildi.
Bu insanlar da büyük bir tehlike üzerindedir.
Allah yazıları hareketli besmele dini resimler la ilahe illAllah gifleri dini şekilli avatarlar

Biz insanlar hayat denen gemide menzile doğru yol alıyoruz ama ne yazıkki bindiğimiz geminin dümeni yok.
 Onun içindir ki birçok insanımız tam bir girdaba girmiş gibi ya yanlışlık ve kötü ihtirasları yüzünden kötülükler batağında yüzüp duruyor.
 Dümeni olmayan gemi ile yapılan yolculuk nedeni ile karşısına neyin çıkacağını bilmeden ve görmeden ansızın önüne çıkacak bir şeye şiddetle çarparak parçalanacak.
Oysa bu karanlıklar deryasında insanoğlunun yegâne dümeni ve deniz feneri ilimdir.
 Yine bu deryanın sonunda da Allah ve resulüne ulaşmak ve onlara kavuşmak vardır.
Onun içindir ki insanoğlunun en öncelikli görevi ilim tahsil etmek ve bu ilimle Allah'a daha yakınlaşması ve ona ulaşması gerekir. Zira Peygamber efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurdular:
"Benim üzerime bir gün doğarda, beni Allah'a yaklaştıracak olan bir ilmi o günde biraz daha çoğaltamazsam, o günün güneşinin doğmasında benim için bereket yoktur."
Yine Abdullah b. Mes'ûd Radıyallahu Anh der ki:
–İki obur vardır ki, asla doymazlar. Biri ilim peşinde koşan, öbürü de dünya düşkünüdür. Fakat bu iki oburluk bir değildir. İlim peşinde koşan Allah'ın hoşnutluğunu, dünya düşkünü de azgınlığını arttırır. Arkasından da şu iki ayeti okudu:
"Allah'tan, kulları içerisinde, ancak bilenler (Alimler) korkar." (35/28)
"Hayır, öyle değil. İnsan kendisini (İlmini ve amelini) yeterli görerek azar."(96/6)

* * *
Zamanın birinde bir Profesörün deniz seyehatıne çıkar. Gemi denizde belirli bir süre yol aldıktan sonra, bizim Profesör başlamış kaptan ile sohbete;
Profesör bilgiçlik taslayarak, Kaptana:
–Dünya Güneşin etrafındaki dönüşünü kaç günde tamamlar biliyor musun? diye sormuş. Kaptan:
–Hayır, bilmiyorum, diye cevap verince, Profesör:
–Gitti ömrünün üçte biri, dedi ve şunları ekledi:
–Peki, dünyanın kaçta kaçı sularla kaplı? Kaptan:
–Hayır, bilmiyorum, diye cevap verince, Profesör:
–Gitti ömrünün yarısı daha, dediği sırada yağmur bulutları her tarafı sarmış, fırtınanın bastırması an meselesiydi. Şimşek çaktı, gök gürültüsü ardından yıldırım ve dehşetli bir fırtına.
Bu defa kaptan profesöre döner:
–Peki sayın üstadım, siz yüzme bilir misiniz? diye sorar. Profesör:
–Hayır, bilmem, diye cevap verir. Kaptan:
–Eyvah Üstadım! gitti ömrünün tamamı, der.
İşte bu fıkradaki profesörün misali, öteki dünyada bizleri kurtaracak ilimleri öğrenmezsek, bu dünyalık için tahsil etmiş olduğumuz hiçbir ilmin kıymeti yoktur.
İmam Gazali der ki:
"İlmi ile Allah'a ibadet edenin (İlmi ile amil olanın) kalp esrarı açılır."
Yine buyurdular ki:
“Herkesin mutlaka dostu ve düşmanı vardır. Öyleyse sen Allah'a itaat et ki dostun O olsun ve senden memnun olsun."
Bilinmelidir ki:
İlim;
Karanlıklar içinde kalmışların ışığıdır...
Darda kalmışların yardımcısıdır...
Cahillik sahrasında kalmış susuz gönüllerin can suyudur...
Günah batağına batmış olanların kurtarıcısı, can simididir...
Hasta kalplerin ilacı, yolda kalmış olanların kılavuzudur...
İlim; yalnızlıkta can yoldaş!
İlim; gurbette arkadaş!
İlim; tenhada sırdaş ve yoldaş!
İlim; düşman karşısında silah!

* * *
Bilindiği üzere, Yunus Emre şöyle der:
"İlim, ilim bilmektir. İlim kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsen; ya nice okumaktır.”
Ebû Said el Hudrî'den Eadıyallahu Anh’tan gelen rivayete göre; Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
–Yeryüzündeki amellerin en üstünleri şu üç ameldir:
1–İlim öğrenmek,
2–Cihat,
3–Helâl kazanç sağlamak…
Çünkü ilim peşinde koşan Allah'ın sevgilisi, Allah yolunda savaşan O'nun velisi ve helâlinden kazanan da Allah'ın dostudur."

 

Şu ayet ve hadislerde belirtilen azabın şiddetine bakta gençlik ve hayata aldanma, çünkü hayat ne kadar uzun olursa olsun bütün nefisler ölümü tadıcıdır... Tüm bunları bir kenara bırakıp gaflete dalma. Şüphesiz Allahu Teâla seni boş yere yaratmadı. Aksine, ancak O’na kulluk etmemiz için yaratıldık. Ne biz, ne de tüm insanlar başı boş bırakılmayacak... Allah(c.c.) azze ve celle’nin bizleri kesinlikle toplayacağı, hak ve adâletle sınıfların ayrılacağı bir dönüş yerimiz var bizim...

Yarın ancak, kendisinden korkup emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçınan; dünyayı, cennet ve Allah(c.c.)’ın hoşnutluğu karşısında satan; geçici hayata karşı Ahiret sonsuzluğunu tercih eden; azap ve ızdıraba karşı mutluluğu satın alan kimselerin olacak, işte onlar güvenlik ve esenlik içinde olacak; ticaretleri boşa gitmeyecektir.

Aziz ve Kahhâr olan Allah(c.c.)’ın huzurunda yarın ki durumunu düşün... Allah(c.c.)’a andolsun, bu öyle bir saattir ki, dehşetinden müttakiler habersiz değildirler.

O gün Cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var! (Fecr,23).

Gerçekten çok çok kötü olan da Hakkı bilip ona iman etmen sonra da seni hiç ilgilendirmezmiş gibi, umursamaksızın bu yönde bir adım dahi atmıyor olmandır. Yoksa bu Hakkı teşrî edip onu emreden Allah(c.c.)’ın, -insanı şiddetlice- kuşatmasının sana asla erişmeyecek olduğuna mı inanıyorsun?.

Ahiret ve Ahirette olacakların azâmeti ve dehşetinden kurtulmak mı daha kolay, yoksa dünyada peşinde koştuğun heves ve tutkuları bırakmak mı?

Eğer AIlah’a ve Ahiret gününe şüphe duymadan iman ediyorsan, gerçekten doğru ve dikkatli düşünüp lafı yerine koyup kesinlikle batıla uymayacağına kâni oluyorsan, karşına; bütün müslümanlar için de bir öğüt olacak, tertemiz hakkı uygulamaktan başka bir gerçek çıkmayacaktır.

Sözün doğrusuna teslim olup önündeki bu açık gerçeğe tutunmaktan başka alternatifin olmadığını anladığın zaman sana düşen vazife; Allah(c.c.)’ın bizler için seçtiği hayat düzenini yürürlüğe koymak için ayaklanman, derhal namaza ve Allah(c.c.) için secdeye koşmandır. Şeytan gibi Rabbine isyankâr olma! Bil ki, bu nasihata kulak vermezsen, korkunç sondan Allah(c.c.)’ın dilemesinden başka, ne bir kurtuluş ne de bir kaçış yeri olmayacak!

Zevk ve isteklerine karşı koymazken seni yaratan Allah(c.c.)’a karşı gelirsin!.. Allah(c.c.)’ın ayetlerini duyar ve namaz konusundaki emirlerini gayet iyi bilir de Allah(c.c.)’ın bu husustaki tehditlerini sanki hiç duymamış gibi namaz kılmamakta hâlâ ısrar edersin:

× Vay haline, her yalancı ve günahkâr kişinin! ki, Allah(c.c.)’ın kendisine okunan ayetlerini işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç duymamış gibi (küfründe) direnir. İşte onu acı bir azap ile müjdele!Ø (Câsiye,7-8).

Bunlar, gerçeği bildiği, onun aydınlığını gördüğü halde Allah(c.c.)’a bilerek karşı gelen, anladığı halde Allah(c.c.)’ın emrinden habersiz gibi davranmak suretiyle kendi kişiliklerine zulmedenlerdir.

İşte böyleleri Allahu Teâla’nın şu ayetinde belirttiği kimseler gibidirler,

×Hevâsını (kötü duygularını) ilâh edinen ve Allah(c.c.)’ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?...Ø (Câsiye, 23).

Ey Allah(c.c.)’ın kulu! Artık üzerindeki gafleti at!. Latif ve Habîr olan Allah(c.c.) azze ve celle nin yoluna yönel, tevbe et ve henüz fırsat varken kendini ıslah et... Rabbinin affına O yüce mevlâ’nın engin rahmetine koş.. Kim bilir? Bu sabah belki son sabahın ya da bu akşam son akşamın?.

Bir bak... Rabbimiz ne buyuruyor,

Bizim ayetlerimize öyle kimseler iman eder ki, ayetlerimizle kendilerine öğüt verildiği zaman secdeye kapanırlar ve Rablerine hamd ile tesbih ederler de kibirlenmezler (secde,15).

Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zâlim kim olabilir? Şüphesiz ki biz, mücrimlerden intikam alacağız.Ø (secde,22).

Onlara “namaz kılın” denildiği zaman itaat edip namaz kılmazlar. (Namaz kılmayarak Kur’an ayetlerini) yalanlayanların o gün vay haline. Artık Kur’an’ın ayetlerinden sonra neye inanacaklar (Mürselat 48-49-50).

 

 
 
  Bugüne kadarr 2 ziyaretçi (2 klik) sitemizdeydi


TÜRKİYE CANIM FEDA

HTML KOD

lig tv
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol